Vüs’at ile ilgili bir yazı yazmak benim için çok zor olacaktı, hele hele Ayşe Bener’in öldüğünü öğrendikten sonra. 

Edebiyatımızın en önemli adlarından birisi olan yazar Vüs’at O. Bener 10 Mayıs 1922 de doğmuştu. 2022 yılı onun 100’üncü yaş günüydü…

Vüs’at ile 70’li yıllarda başlayan dostluğumuz 90’lı yıllarda onun bana kırgınlığıyla duraklamış, 31 Mayıs 2005’te ölümüyle de sonsuzluğa doğru yuvarlanıp gitmişti.

Kardeşi Erhan Bener’in oğlu Yiğit Bener, Vüs’at ın önem verdiği yeğeniydi. Yiğit’i ayrı bir sever, üzerine titrer, yazdıklarına apayrı bir değer biçerdi. 

Yiğit de amcasının 100’üncü yaş gününde onun tüm eserlerini yayımlayarak edebiyat dünyamıza önemli bir katkı sunmuştu. 

Yiğit benim Vüs’at ile dostluğumu bildiğinden tüm kitaplarını bana da göndermişti, ben de bir yazı yazacağımı söylemiştim. Olmadı, beceremedim. Vüs’at ile ilgili bir yazı yazmak benim için çok zor olacaktı, hele hele Ayşe Bener’in öldüğünü öğrendikten sonra. 

Tarihe not düşmek açısından bir iki not yazayım…

• Vüs’atın son şiir kitabında, Manzumeler’de yayımladığı şiirlerini yazmasına ben neden olmuştum, ısrar etmiştim şiir yazması için. Yazmıştı! Zaten öykülerinde kurduğu cümlelerin her biri şiir tadındaydı. Onun “Ölüm karası önlükleri ile çocuklar” deyişini unutamam.

• Bay Muannit Sahtegi romanındaki “çeşmi bülbül” delikanlı benim.

• Tek kişilik tiyatro eseri olan İpin Ucu oyununu ilk kez ben basmıştım. O zamanlar 1000 Tane Yayınları’nın sahibiydim. Kitabın ilk baskısı olan bu yayınında yazarın elyazısı da vardır.

Ogitto’da bu yazıdan önce son yayınlanan yazım 2 Aralık 2023’teymiş, yani bir yılı aşkın bir süredir yazamamışım.

Mart 2023’te 70 yaşındayken Gösteri dergisinin emektarı, editörü Hami Çağdaş ölüp gitti…

Hami ile en son Biz TV için yapmış olduğum edebiyat programında birlikte olmuştuk, ondan önce Hürriyet gazetesindeki odasında buluşur yazılarımın, şiirlerimin ederi hakkında konuşurduk, her seferinde utanarak telifleri söyler, sonra da başlardı söylenmeye. 

Hami ölümü üzerine yazamadıklarımdandır.

Yüz yaşında öldüğünde hâlâ çalıştığını bildiğim Hıfzı Topuz hakkında ve onunla dostluğumuza ilişkin notlara da yer verdiğim bir yazıyı Beşiktaş Belediyesi’nin dergisi için yazdım, ancak bu yazı çok uzun zaman geçmiş olmasına karşın dergi yayımlanmadığı için ortaya çıkamadı. Şimdi de belediye başkanı tutuklu olduğu için soramıyorum. 

O yazıyı muhtemelen Ogitto’da yayınlayacağım, ancak önce izin almam lazım elbette. Hıfzı bey benim “hiç ölmeyeceklermiş gibi gelenler” listemin basındaydı ama öldü!

“Küçük Dev Kadın Azra” Azra Erhat’ın biyografisini yazmaya başladığındaki heyecanını her buluşmamızda bana aktarıyordu Liz Behmoaras.

Liz’in asıl adı LİZİ’dir ve benim beşikten beni arkadaşımdır. 

Suadiye’nin yazlık olduğu yıllarda mahalleden geçen aynı dondurmacıdan dondurma alırdık, o, ablam, kardeşi Metin ve ben. Sonra yıllar hepimizi bir tarafa itti. Metin Londra’da yaşıyordu, hastaydı, 2023 te öldüğünü çok sonra öğrendim.

Lizi ile her İstanbul’a gittiğimde buluşuyorduk, zaman zaman da yazışıyorduk. Kitaplarının Fransa’da da yayımlanmasını istiyordu, o konuda konuşuyorduk. 

İstanbul’da buluştuğumuzda, ya Nişantaşı’nda bir kafeye gidiyorduk ya da Reasürans pasajında bana yemek ısmarlıyordu. 

Benim hayatımı merak etmişti, ben de en karanlık yanları dahil ona eksiksiz anlatmıştım. “Azra’nın kitabını bitirince senin hayatını yazacağım ama roman olarak yazmam lazım ki çok da ele vermeyeyim seni” diyordu, gülüşüyorduk. 

Azra çıktığında konuştuk, ona İstanbul’dan gelecek bir yolcunun adresini verdim, imzalı kitabını oraya göndereceğini söyledi ama aradan birkaç gün geçmişti, 17 Şubat’da ölüm haberi geldi. Kanserdi. Direniyordu, son birkaç İstanbul seyahatimde buluşmalarımızı son dakikada ertelemiş, “yorgunum, gelemeyeceğim” demişti. Lizi ile birlikte çocukluğum da öldü gitti.

Son şiir kitabımı hazırlıyordum, adını “Ölümle Randevumuz Var” diye koymuştum, çünkü 2019 yılında akciğerimde beliren noktaları ciddiye almamıştım ve 2024 sonlarında onların kanser olduğunu öğrenmiştim, yani kitabın adı çok gerçekçiydi.

1976 yılında ressam Ece Turaman ile 1 Mayıs günü, rahmetli dostum Timur Selçuk’un Ankara Çağdaş Sahne’deki konserinde tanışmıştık, arkadaşlık ediyorduk. Bana çini mürekkebiyle yaptığı resimlerini göstermişti. Resimler benim o dönemde yazmakta olduğum şiirler ile örtüşüyordu. 

Ece’ye sokakta şiir resim sergisi açmayı teklif etmiştim. 

Bu teklifimin ardından kendimizi geceleri, onun evinin salonunda siyah kartonlara beyaz çini mürekkebi ile benim şiirlerimi yazarken bulduk. Yorulduğu zamanlarda, evdeki duvar piyanosunda Chopin çalardı, sonra bu Chopin’leri bir kaset yapıp vermişti bana. Bir gün bizim eve geldiğinde, odamda, yatağın üzerinde oturmuş, benim kara kalem bir portremi bile çizmişti. Bir gün de bana kahverengi mürekkep ile yaptığı bir resmi armağan etmişti.

Ece ile arkadaşlığımız annesinin uygun bulmaması üzerine 6 ay gibi kısa bir süre sonra durdurulmuştu. 

Ardından o Birmingham’a resim okumaya gitti. Sanıyorum 1979 yılıydı, Hollanda’dan İngiltere’ye giden gemide onu görmüş sonra da Londra’ya giden trende isteyerek karşılaşmış, kısaca konuşmuştuk. Sonra 80’li yılların başında bir gün Topkapı Sarayı’nın Harem dairesinin önünde sıra beklerken yeni evlendiğim eşim ve yeni evlendiği kocası ile karşılaştık selamlaştık.

Bir kitabın öyküsünün ardında böyle bir yaşanmışlık var. 

Kitabı hazırladım, içine Ece’den bana hatıra kalan resimleri koydum, kapağına da mürekkeple yapmış olduğu resmi. Ölümle Randevumuz Var ve aklımda kalan bir sergi, o nedenle bu kitap çok önemliydi benim için.

Ece’nin Ankara Koleji’nden sınıf arkadaşı bir büyükelçi benim de arkadaşımdı, ona söz ettim kitaptan, sır tutmasını istedim ve diplomatlığını kullanıp Ece’nin Londra’daki adresini almasını rica ettim, çünkü kitap çıkınca ona da göndermek istiyordum ve adresini unutmuştum, oysa Londra’daki evine gitmiştim ve kapıdan kovulmuştum, nedense uzunca bir süredir Ece benden uzak durmayı yeğliyordu, oysa ben 49 yıl önce annesinin bizi neden ayırdığını hâlâ merak ediyordum.

Diplomat olan arkadaşım, beceriksiz bir diplomat çıktı! Ece’yi arayıp ne dediyse, çok kızdırmış ve kitabın yayımlanmasına izin vermemiş… Çok üzülmüştüm yıl 2023’ün sonlarıydı, yani ilk şiir kitabım yayınlandığından beri 49 yıl geçmişti. İlk olan “Başkaldırma” adındaydı. Hakkı Göçeoğlu’nun fotografları vardı kitapta.

Sıkıntımı ve üzüntümü editörüm, yayıncım ve dostum Senay Haznedaroğlu’na anlattım, o da bana o zaman yeni bir kitap yaparsın deyiverdi.

Yokların Ardından kitabı böyle çıktı ortaya, ön kapağına ressam Ece Turaman’ın 1976 yılında yapmış olduğu resmi koydum, arka kapağına ise aynı ressamın çizdiği kendi portremi… 

Ben de olan resimlerini kullanmadım. Ölümle Randevumuz Var başlığını ise bir bölüm başlığı olarak koydum kitaba.

Yayıncım ve editörüm bu kitabın özel bir kitap olduğunu o nedenle de özel bir baskı yapacağını söyledi. Sonuç olarak ilk kitabımdan 50 yıl sonra, kitap 100 adet ve numaralı olarak basıldı, hepsini tek tek imzaladım, sert bir kapak ve özel bir kâğıt kullanıldı. İkinci baskısı yapılmayacak.

Arşivlerimi karıştırırken Ece’nin Londradaki evinin adresini buldum ve kitaptan bir  tane postaladım. Geçen gün postadan geri geldi üzerinde REFÜZE EDİLMİŞTİR diye yazıyordu İngilizce. Canı sağ olsun!

Yokların Ardından kitabını edinmek isteyen ancak www.oglak.com sitesinden edinebilirler, piyasaya, kitapçılara verilmedi, çünkü çok özel…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir